Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yeni Osmanlı ve AKP

Resim
Arasıra sikim sikim bölünmüş Türkiye haritaları yayınlanır birileri tarafından, bilirsiniz. Bu haritalarda genellikle Türkiye'nin Güneydoğusunda Kürt devleti, doğusunda ise Ermeni devleti kurulmuş olur, gözünüzün önüne geldi di mi o haritalar? Bu seferki ise farklı. Stratfor, 1996'da Yahudi istihbaratçı George Friedman tarafından kurulan bir istihbarat birimidir. Stratfor aynı zamanda "Gölge CIA" olarak da bilinir ki bu tanımlama Stratfor'un ne olduğunu anlamanıza az çok yardımcı olmuştur. Stratfor'un kurucusu Friedman, 2009 yılında "Gelecekteki 100 yıl" adında bir kitap yayınlar. Bu kitapta, Türkiye'nin 2050 yılındaki haritasının şu olacağını öngörür kendileri: Bizim alışık olduğumuzun aksine bu sefer bölünmüş bir Türkiye haritası yayınlamamıştır CIA. Adeta eski Osmanlı topraklarına hüküm süren, ortalığın amına koyan bir Türkiye vardır Friedman'ın kafasında (acaba?). Haritanın altında...

Bulutların üzerinden bakıyorum aşık'lara...

İçin cayır cayır yanmak istiyor da sankı nefes alamadığı için alevlenemiyor ya,sanki içtiğin su boğazında düğüm düğüm oluyor bir türlü mide ye inmiyor ya,sanki gözlerin yeterince yaşlanmamış gibi kapanmak istemiyor ya,sanki çoktan sönmüş bir ateşi yakmaya çalışıyorsun da her seferinde sadece elin yanıyor ya,hani ne yapsan kapanmıyor ya kanayan yanların,hani susturamıyorsun ya içini,soruyorsun ya bunların hepsi içime nasıl sığıyor, en çokta dayanmak istiyorsun ya herşeye onun için,her düştüğünde kaldırıyorsun ya onu yerden tekrar tekrar yürümek için,peki ya yürüyemiyorsa?Peki ya doğuştan hastaysa kalbin? Hiç düşündürtmüyor değilmi aşk sana bunları. Hep ve sadece o dedirtiyor.

Sana kalan.

Bir yerde beni bekliyordun, düşünmüştüm ki bekleyen bendim.  Varlığının kanıtı hislerimdi oysa... Gizli gizli döktüğüm gözyaşlarımdın, hüznün yağmuru sanmıştım. Sıcacık kış güneşim, baharın leylak  kokusu, denizin köpük köpük öpüşüydün.  Gönlümün hazal yaprakları gibi dökülüşüydü yokluğunu düşünmek, oysa sen hep vardın... Ve ben sana hep inandım Aşk; sonsuzluğuna, gerçekliğine ve sihrine... İnandım ve  geçmedim senden, susturmadım kalbimin Aşk ezgisini, unutmadım kendimi hayat panayırında, sana uyandım Aşk... Kim ve nerede, nasıl biri olursan ol, ne kadar inkar etsen de o bekleyiş kaderine yazılı. Her ılık meltemin yüzüne dokunuşu ona özlemindir. Yalnızlığın ona varmak arzun. Öfken unutmak isteyişin... Varlığına inanmayışın: ona ihtiyacın olduğu haykırışın. Ruhunda Aşk tohumu bırakılmış bir kere, sana kalan... uyanmak.

Hiç?

Hiç Bir insani unutmak, bir insandan vazgeçmek, bir insani hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda kaldın mı hiç? Hani ölmüş gibi, hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi. Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek, ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana, ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi sen hala bu kadar sevgili iken? Özlemek, bu kadar özlemek, etini kemiğini yakarcasına özlemek. Çok kötü değil mi? Bu kadar özleyip onu görememek, ona dokunamamak, onu işitememek, artık sonunun “Pi” hali değil mi? Biliyorsun değil mi? Ne kadar umutsuz bir arayıştır o, kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak belki bir kez daha görebilmek için o yüzü, belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek, belki su an arkamda yürüyen insanların içinde bir yerde demek, belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yaşamak ne zordur değil mi? Ne kadar eritir ...

Bundan sonra hep haksız tarafta bulunmak mümkün olsa, ne güzel olurdu!

Seçenekler vardır hayatta, fikirler söylenir , paylaşılır. Sizin söylediğiniz seçenek kabul görmez de sonuç olumsuz olursa gelirler karşınıza. ‘’Sen  hak lıydın!’’… Ben haklı olmak istemiyorum. Bunu duymak benim için hiçbir şey ifade etmiyor ki. Olumsuz bir sonuçta bana düşen hak ne olabilir? Doğru düşünmek mi? Sonuç önemli olan. Fikirlerim o an kabul görmemiş, nedenlerini kimse dinlememişse; şimdi görünen köye klavuz olmak neye yarar ki? Herkse kaybetmişse ve ben de o herkesin içindeysem ne faydası var haklı olmanın. Kime ne faydası var artık bu saatten sonra. Hepimiz kaybettik… İşte artık gerçek olan tek şey bu, değil mi arkadaşlar! Ve şimdi haklı ya da haksız, artık taraf yok. Tek tarafız bundan sonra, kaybedenler tarafı. Ve artık ‘’keşke seni dinleseydik’’ demenin anlamı da yok. ‘’keşke’’ler benim yıllar önce hayatımdan çıkardığım gereksiz çırpınışlar çünkü.  Haklı olma durumu da bir o kadar gereksiz ayrıntı. Haklı olmak beni taçlandırmıyor o anda, kaybedilenleri geri geti...

Kendi denizimiz.

Annem beni kızaklardan hayat denizine indirirken paslı bir demir gibi vıyaklamışım. Bilmediğim rüzgarlarda savrulurken nereye gittiğimi anlamamışım. Dümenin başına geçmeye ne zaman çalışssam rüzgar beni savurmuş. Belli bir zaman bilmediğim ufuklara yelken açmışım. Dümenin başına geçmek istediğim de baktım ki dümen elimden kaymış hayat rotasına sokmuş beni. Ben rotamı çizmiştim aslında,herkesin demirlediği limana değil de kendi keşfettiğim ana karaya demirlemek istemiştim. Baktım ki dümeni kavrayamamışım insanların alışa gelmiş duraklarına varmaya başlamışım. Tekneyi batırmak üzereyken bir deniz kızı çıka gelmiş,dümeni sıkı tut demiş,peki hayat mı benim elimden tutucak? Yoksa ben mi hayatın elinden tutuyorum?

Herkes senmiş gibi.

Böyle herkes gibi değil,herkes senmiş gibi. Durmayan yağmur gibi,esmeyen rüzgar. Açmayan güneş gibi,solmayan çiçek. Sen gibi aşk Aşk gibi sen.